ride ride pony ride ride

İstanbul'da hiç de kendimi bulamadım arkadaş. Başta Kadıköy'ün havası kendime getirse de sonraki 3 gün evde kalmak bana yetmedi. Daha doğrusu evde kaldığım süre de yetmedi, piyanomla yeterince ilgilenemedim. 3 gün içerisinde Rolling In The Deep ile gaza geldim, Someone Like You çalarken gözlerim doldu; bu duygu akışını Set Fire To The Rain ile zirveye ulaştırmak isterdim ama ne yazık ki ona vaktim kalmamıştı, çantaları toplayıp Ankara'ya geliverdik. Otobüste de düşüncelere dalarken, rüyalara dalmışım. Güzel şeyler gördüğümü, mutlu olduğumu hatırlıyorum ama ne gördüğümü hatırlamıyorum -ama içinde piyano vardı-, böyle bi uyanık-uyumuş arasıyım. Otobüs tünele girince rüyamda bulunduğum odanın da elektrikleri şak diye kesildi, kalp krizi geçirerek uyandım. Son zamanlarda böyle gerçek hissi veren rüyalarla sık uyanıyorum, gerçekmiş gibi uyanıyorum hep. Tünelden çıkarken tünelin duvarlarını görmesem ne olduğunu anlayamaz, 6 saat o japon balığı ifadesiyle otururdum. O kısacık Kadıköy etkisi sırasında dedim ki Hakan sen çok değiştin... Annem de sen çok pozitifleşmişsin dedi. Doktorum da tedavinin son 1 ayına girdik dedi. Bir de ne zaman piyano çalsam övgüler atan aileciğims, bu sefer hiçbir şey demedi. Hani illa desinler diye beklemiyorum da -aslan burcuyum- bu sefer Adele ile sahneye çıkarsalar en azından ben bir Someone Like You çalardım, o söylerdi, Brit Ödülleri'ndeki performanstan bi farkı olmazdı. Otobüste izlediğim filmler de hayatımda izlediğim filmlerin sayısıyla yarışır... Aşkın 500 Günü, Alacakaranlık, Aramızda Casus Var, Aşkın Yaşı Yok, Erkek Tavlama Sanatı. Bu paragrafı ortaokul türkçe hocama kompozisyon diye versem sıfır alırdım çünkü her satır ayrı telden çalıyor.
Sincerely,
hekens